Musrafa Erdoğan , Star ,
13.12.2007 ‘Hukuk mukuk dinlemeyen’ hakimler | |
|
TESEV’in ‘ Demokratikleşme Programı’ çerçevesinde Prof. Dr. Mithat Sancar’ın gerçekleştirdiği yargıyla ilgili araştırmanın herkesi, ama özellikle de yöneticilerimizi alarma geçirmesi gerekiyor. Bu araştırmanın bulgularına dayanan ‘ Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları’ başlıklı değerlendirme raporunda hakim ve savcılarımız hakkında hepimizi kara kara düşüdürecek bilgiler var. | |
Bu araştırmanın ortaya çıkardığı en temel ve vahim gerçek, hakim ve savcılarımızın çoğunun ‘ adalet dağıtma’yı kendi asli işlevleri olarak görmedikleridir. Çünkü bu ‘ devletçi hukukçular’ kendilerini ‘ devletin çıkarları’nın bekçisi olarak görüyorlar. O kadar ki, bunlar arasında, gerektiğinde ‘ hukuk mukuk dinlemem’ diyebilenler gibi, insan haklarını ‘ devlet güvenliği’ne feda etmeye hazır olanlar da var.
Yine bulgular gösteriyor ki, bizim hakim ve savcılarımız, ‘devletin güvenliği ‘ uğruna sadece adaleti değil demokrasiyi de harcamaya istekliler. Bunlardan bir tanesi ‘ ben devletçi hukukçuyum’ diyormuş. Evet, ‘ devletçi hukukçu’ların demokrasi diye bir kaygıları olmaması anlaşılır bir şey, ama hiç değilse adalet için böyle olmaması gerekmez mi?
Belki garip gelebilir ama sahiden de ‘ devletçi hukukçu’ olur. Hukukta devletçilik dendiğinde başlıca iki şey akla gelir. Birincisi, hukuku munhasıran devletin vaz ettiği normlardan ibaret gören ‘ hukuki pozitivizm’dir. Bu doktrin hem pozitif hukukta ifadesini bulmuş olmayan ‘ ilkeler’i, hem de resmen vaz edilmiş olmayan kuralları gözardı eder.
Ama bu anlamda devletçilik, hiç değilse ‘ yasallık’la ve yasaların belirlediği çerçeve içindeki ‘ adalet’le bağdaşır. Demek istediğim, bizim hakim ve savcilarımızın devletçi hukukçuluğu bu anlayışın da gerisindedir. Çünkü, bunlar ‘ devletin çıkarları’ veya ‘ devletin güvenliği’ derken, yasalar sistemimize zaten nüfuz etmiş olan devletciliğin de ötesindeki bir şeyleri koruma kaygısıyla hareket ediyorlar. Pozitif yasaları kendi iç mantıkları açısından değil de ‘ devletin çıkarları’ gibi harici unsurların ışığında okuyorlar.
Hukukta devletçiliğin ikinci anlamı, hukuk devletinin en büyük düşmanı olan ‘ hikmet-i hükümet’in hukuku ikinci plana itmesidir. Bu felsefe, hem hukuku -ki onu da bir ‘ yasalar sistemi’inden ibaret görür- devletçi kaygılara bağımlı hale getirir, hem de adaleti başlı başına bir değer olarak görmez. İşte bizimkiler ‘ ben devletçi hukukçuyum’ derken asıl bunu kastediyorlar. Görülüyor ki, öteden beri benim de ısrarla yazıp söylediğim gibi, Türkiye’de adaletle ilgili asıl sorun, yargının -değişen ‘siyasi iktidar ‘lardan önce- devletten bağımsızlığının ve sahici tarafsızlığının sağlanmasıdır.
Bu araştırmanın tek sevindirici tarafı, hakim ve savcılarımız arasında, adaleti, hukuk devletini ve insan haklarını ciddiye alanların da olduğunu göstermesidir. Şükür ki, ‘ benim tek önceliğim adalettir, ben adaletin hakimiyim’ diyen, dahası hakimle ‘ hukuk teknisyeni’ arasındakı ayrımın bilincinde olan hakimlerimiz de var. Mesele, bu zihniyetin bir azınlık tutumu olmaktan çıkıp genelleşmesini sağlamaktır.
13.12.2007 | | | |
|
|
|
--------------------------------------------------
No comments:
Post a Comment