Tuesday, January 8, 2008

Yazılının eşitsizliğini çözmeyenler, sözlünün peşinde !

http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=140942

Ali Karahasanoğlu , Vakit , 08 Ocak 2008




Yazılının eşitsizliğini çözmeyenler, sözlünün peşinde!

08 Ocak 2008



Yazılının eşitsizliğini çözmeyenler, sözlünün peşinde !

Ali İhsan KARAHASANOĞLU

Bir bu eksikti işte..
Ankara 6. İdare Mahkemesi, Sağlık Bakanlığı müfettiş yardımcılığı mülâkat sınavını yeterince şeffaf bulmamış ve yapılan atama işlemlerinin yürütmesini durdurmuş!

Verilen karar, 2020’lerin Türkiyesi açısından doğru mudur” diye soracak olursanız, “doğrudur” derim.
Ama 2008 Türkiyesi için, böyle bir karar almak, ancak ideolojik yaklaşımla izah edilebilir..
Düşünebiliyor musunuz, Türkiye’de meslek lisesi mezunu ile klasik lise mezununun girdiği aynı imtihandaki farklı puanlandırma sistemi bile değiştirilemedi daha!
Ama Ankara 6. İdare Mahkemesi, sözlü sınavın kasete alınmamış olmasını, eşit davranılmadığına bir delil olduğunu belirtip, sınav sonuçlarını iptal etti!
Hey gidi hey!
ÖSS’de iki öğrenciyi alıyorlar yanyana imtihana.. İkisine de aynı soruyu sorup, sonra ikisinin de bildiği soruda, birisine 5 puan, diğerine 2 puan veriyorlar!
Ankara 6. İdare Mahkemesi’nden tutun, Zonguldak 1. İdare Mahkemesi’ne, İstanbul 8. İdare Mahkemesi’ne kadar, Danıştay’ına kadar bir tanecik de olsa hiçbir mahkeme, “Bu ne saçmalıktır? Böyle rezalet olur mu? Aynı imtihana aldığınız iki öğrenciden, birisinin doğru cevabına 5 puan, diğerinin doğru cevabına 2 puan verilir mi? Dalga mı geçiyorsunuz siz? Böyle hokkabazlık olmaz. Böyle vicdansızlık olmaz. Böyle zulüm olmaz! Siz bilim adamı mısınız, yoksa şarlatan mı? Aynı doğru cevaba, farklı puan verilir mi?” demiyor..
Kalkmışlar, müfettiş imtihanında, sözlü bölümdeki soru ve cevapların karşılaştırmasını tam olarak yapabilmek için, tüm adayların mülâkatlarının kayıt altına alınması gerektiğini ve itiraz halinde mahkemece incelenmesi gerektiğini belirtip, imtihan sonucunu iptal ediyorlar!
Nasıl bir ideolojik yaklaşım bu, söyler misiniz?
Müfettiş yardımcılığı dediğiniz, herkes için temel hak olarak öngörülmüş bir makam değildir.
Tabiiki kimsenin hakkı yenilmesin. Ama sonuçta bir vatandaşın müfettiş yardımcısı olmaması, temel hakkının kısıtlanması anlamına da gelmez.
Müfettiş yardımcılığı temel hak olmasa da, idare mahkememiz çok hassas bu konuda.
“Olmaz” diyor, “sözlü imtihanı da, kasete alacaksın, itiraz olduğunda bana göndereceksin, diğer adayların da imtihan kasetlerini bana göndereceksin, ben inceleyeceğim, ‘acaba adaylara haksızlık edilmiş mi?’ diye bakacağım, daha lâyık bir aday varken, diğerine fazla puan verilmiş mi, araştıracağım” diyor!
Peki aynı hassasiyeti, üniversiteye giriş imtihanında niye göstermiyorsunuz beyler?
Orasını karıştırma!
Orada haksızlığa uğrayanlar, mütedeyyin öğrenciler. Anadolu çocukları. Köylü çocukları..
Ama müfettiş yardımcılığında, haksızlığa uğradığını iddia edenler, hükümete mesafeli olanlar! Dolayısıyla elit kesimin insanları. Egemenliğin, doğuştan kendilerinde olduğunu ileri sürenlerin grubundan!
Öyleyse, Robert Kolejliler lehine, Sultanahmet Ticaret Lisesi aleyhine bir haksızlık varsa, oradaki zulmü görmüyorlar.. “İdarenin takdir hakkı vardır” deyip, kapatıyorlar konuyu!
Ama Robert Kolejlilerin mağdur olma ihtimali bulunan küçücük bir ihtimal varsa, yeri göğü inletiyorlar: “Her şey kayıt altına alınacak. her şey şeffaf olacak!”
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, görüyor musunuz?
Hani o mahkeme; kendi baktığı davalarda şeffaflığı sağlamış da, ondan sonra da Sağlık Bakanlığı’na “şeffaf olun” diye iptal kararı vermiş olsa, “haklıdır” diyeceğim.
Ama açıp baksanız o mahkemenin kararlarına, davaların karara bağlanma sürelerine.. Göreceksiniz, biri 2 senede, diğeri 6 ayda, bir diğeri de 3 senede...
“Niye böyle?” diye soramazsınız bile..
Defterlerini bile göstermezler kimseye..
Avukat mısınız; olsun.. “Defterlerimiz bizim iç kayıtlarımızdır, dışarıdan kimseye gösteremeyiz” der, engellerler.
Ama Sağlık Bakanı mütedeyyin birisi diye, ona olmadık engelleri çıkartmaya kalkışırlar!
Ama tüm bunların sorumlusu, AdaletBakanlığı’dır.. A’dan Z’ye, her şeyini bildikleri yargı organlarının, ideolojik yaklaşımlarını öylece seyrediyorlar! Sözlü imtihanın görüntü kaydını isteyen mahkemenin hakimlerine, “Getir bakalım sen kararlarını. Bugün ilk defa mı böyle bir karar veriyorsun, yoksa önceki hükümet dönemlerinde de böyle bir karar verdin mi?” diye sormuyorlar!
Sormayınca da, yazılı imtihanlarda bile eşitlik sağlanmamış bir ülkede, sözlü imtihanın kayıtları tartışma konusu oluyor!
AdaletBakanlığı böyle yönetildiği sürece de, olmaya devam edecek gibi görünüyor!

Monday, January 7, 2008

Düzova’da hakim, savcı avlarlar gak gak gubarak, gak gubarak !

http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=140926

Abdurrahman Dilipak , Vakit , 07.Ocak.2007



Düzova’da hakim, savcı avlarlar gak gak gubarak, gak gubarak!

07 Ocak 2008



Düzova’da hakim, savcı avlarlar gak gak gubarak, gak gubarak !

ABDURRAHMAN DİLİPAK

“Düzova'da siyaset”le “Yüksekova’da siyaset” ya da hukuk aynı değil..
Başbakan Erdoğan, Kürt sorununa açılım isterken, "Kürtçe eğitim, seçmeli ders" gibi örnekler veren Diyarbakır Baro Başkanı Tanrıkulu'na, "Yarın Çerkez'i, Laz'ı da isterse ne olacak? Sorumluluk mevkiinde değilsen atış serbest!" karşılığını verdi.

Tanrıkulu! Demek cumhuriyet, bu yurttaşımızı hâlâ kulluktan vatandaşlığa yükseltememiş ve devletimiz de bu kulluğu nüfus idaresi eli ile tescil etmiş. Hem zaten ttrehber.gov.tr'ye bakın bakalım, adında hacı-hoca gibi yasak unvanlı ne kadar insan var. Devrim yasaları yok mu ülkede kardeşim.. Hacı, hoca, bey, efendi, paşa, yok! Bu adı taşıyanların emekli maaşları ve sigortaları iptal edilsin, Hacı Abdullah, Hacı Bozan, Hacı Salih, Hacıbey restoranları kapatılsın!!!)
Tamam “bekara karı boşamak kolay” da, “Kürtlere vermiyorsak ötekilere de vermeyiz” demek ne kadar doğru?
Neden bu ülkede bir tek Bizantoloji yok. Ya da Gürcü, Çerkez, Süryani filolojisi yok?
Ne doğduğumuz ana babayı biz seçtik, ne doğduğumuz zamanı, ne de toprağı.. Herkesin anasının dilini öğrenme, konuşma, yazma, öğretme, yayın yapma hakkı olduğunu düşünüyorum.. Bu kim olursa olsun. O dil ne olursa olsun, o beni ilgilendirmez.. Bu dil Kürtçe, Aramice, Urduca ya da Esperantoca olsun fark eden bir şey yok. Olamaz, olmamalı..
Urduca diye bir dil var mı idi? Ne zaman nasıl çıktı?. Ama artık böyle bir dil ve böyle bir yazı şekli var.. Soranice de var, Zazaca da, Gurmanço da var.. Bu insanlar bu dili kullanıyor.
Siz yok sayarsanız, bu insanlar askerdeki oğlu ile bile görüştürülmüyor. Hapisteki oğlu ile konuşamıyor.. Mahkemeye çıkıp ifade veremiyor. Çünkü başka dil bilmiyor..
Ya da Gürcüler Gürcüce'yi unuttu da iyi mi oldu? Çeçenler Çeçence'yi unuttu, bu doğru bir iş mi? Çerkezler Çerkezce'yi bilmiyorlar diye, Kürtlerin de Kürtçe'yi unutması mı gerek?
Hayır öğrenmeliler. Öğrensinler ki, komşularımızla iletişim kuralım, bilelim, bilişelim..
Kaldı ki, artık burnumuzun dibinde bir Kürdistan var. İran'da Kürdistan bir eyaletin adı..
Ufacık Lübnan'dan dünyaya yayılan bir yığın Ermeni, Süryani, Arap şarkıcı, bilim ve sanat adamı var. Peki bizimkiler nerede? Neden Arapça şarkılar söyleyen bir Türk vatandaşı Arap şarkıcı yok bu ülkede bu kadar Arap var da!?.
Subhi Baykam bin Bedri Baykam Mısır kökenli; o bilmiyor diye, o kabul etti diye tüm Arapların Arapça'yı unutması mı gerek!. Ecevit'in de kökleri Libya'ya uzanıyordu.
İmparatorluk bakiyesinden bir ulus devleti çıkarmak kolay değil. İşte 100 yıl sonra da olsa çözülüyor sonunda.
Ne mutlu Türküm diyene diye bağıttırarak, dağa bayıra bunu yazarak Türkleştiremezsiniz insanları..
Var da yoksa ben mi bilmiyorum. Yoksa böyle bir dil mi yok!.. Onlar da Türkçe'nin farklı lehçeleri mi?
Lazca diye bir ırk ya da dil var mı? Kim karar verecek buna.. Böyle bir dil varsa ne kadar Ermenice, Rumca, Gürcüce, Çerkezce ya da Türkçe bilelim..
Taksim’i “Taxim” diye, Taksim'de bir otele ad olarak yazarsanız sorun yok. Hele sonuna bir de Hill eklediniz mi? Ya da Marmara'nın başına bir de “The” eklerseniz tamam, ama “Nevruz”u, “Newroz” diye yazdınız mı kızılca kıyamet kopar. Neden?
Erdoğan'ın demokrasi vaadi tamam, ama sonrası.. Evet herkese, onun kim olduğu bizi ilgilendirmez. Vakıf Üniversiteleri yanında bırakın cemaatler kendi bilimsel araştırma merkezlerini kendiler kursunlar.. Robert Kolej'e, Amerikan Kolejlerine, Galatasaray'a gösterilen anlayış, hoşgörü onlara da gösterilsin.. Yanlış olan bu talepler değil, tevhidi tedrisatın, YÖK'ün bu haliyle devam etmesi. Değişmesi gereken yurttaşlar değil, anayasa; eğer vatandaşın dili, kıyafeti anayasaya uymuyorsa, değişmesi gereken anayasanın kendisidir. Çünkü anayasa o insanlar için var, o insanlar anayasa için değil!
Neden bizde bir Bizantoloji yok? Neden Rum, Süryani ve Ermeni dili üzerine bir araştırma enstitüsü yok?.. Süryani Patrikliği Hz. Ömer'in talebi üzerine kuruldu. Ermeni Patrikliği Fatih döneminde Fatih'in talebi üzerine kuruldu. Fatih Sultan Mehmed'in kendisi Doğu Roma Bizans'ın ve Rum Ortodoks kilisesinin başı idi aynı zamanda.. Peki şimdi ne oldu?
Son yıllara damgasını vuran Şemdinli olayının en önemli tanığı ve mağduru Seferi Yılmaz ile Yüksekova Haber’in yapmış olduğu özel röportajı okudum geçen gün. Kasım 2005'te meydana gelen Şemdinli olayı 2007'de askeri mahkemenin verdiği kararla yeni bir aşamaya geldi biliyorsunuz.. "Hukuk skandalı" olarak tanımlanan kararın sanıkları şimdi dışarıda..
İddianameyi hazırlayan savcı görevinden alındı, ama o iddianameye dayanarak mahkeme, sanıkları mahkum etti. Ama karar Yargıtay'da bozuldu. Bu defa, kararı veren mahkeme üyelerinin tamamı başka görevlere gönderildi. Yeni heyet görevsizlik kararı verdi. Dosya askeri mahkemeye gitti. Askeri mahkeme de tutukluları salıverdi..
Bakın adalet yoksa barıştan söz edemezsiniz.. Adalet ve barış yoksa, özgürlükler tehdit altındadır demektir. Onun için, “Adalet mülkün temelidir” denmiştir.
Seferi Yılmaz sözkonusu röportajında diyor ki: “Başta bu tahliye kararını Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'ne aldırmak istediler. Mahkeme heyeti üzerinde çok ciddi bir baskı vardı. Ama buna rağmen mahkeme heyeti vicdanlarının ve savcı Sarıkaya'nın hazırladığı iddianamenin etkisiyle 39 yıllık bir ceza verdi. Tabii bu da budanmış ve eksik bir karardı. Zira, mahkeme heyeti savcı Sarıkaya'nın iddianamesini budayarak oluşumu 3 kişiyle sınırlı tuttu ve arkalarındaki isimleri hiç araştırmadı. Böyle yapmalarına rağmen Yargıtay'ın bozma kararına uymadıkları, kararlarında direttikleri için sürgün gibi görevlendirmelerle dağıtıldılar. Bu sürgün tıpkı savcı Ferhat Sarıkaya'nın görevden alınması gibi bir gözdağıydı. Kime gözdağıydı? Başta yeni oluşturulan mahkeme heyetine gözdağıydı. Ayrıca oluşturulan yeni heyet zaten AKP hükümetinin etkisinde bir heyetti ve diyebilirim ki sırf bu karar için oluşturuldu. Bunu 4 günlük savcının tahliye istemesinden rahatlıkla anlayabiliriz.”
Seferi Yılmaz'ın altını çizdiği bir başka gerçek var: “46'da Özalp'ta 33 Kürt köylüsünü katletmekten mahkûm olan general Muğlalı'nın ismi Özalp'ta bir askeri kışlaya verildi.” Bu Muğlalı denilen adam, şu Menemen olayının da arkasındaki isim..
Bu kafayla nereye kadar gidebilirsiniz!.
Beni tanıyorsunuz. Ben ne yaptım da 500 yıldan daha fazla mahkûmiyet talebi ile 1971'den bu yana kesintisiz sanık olarak 40 yıldır, yüzlerce davadan sanık sandalyesine oturtuldum.. Üstelik hiç mahkûmiyetle sonuçlanan davam olmadı!
Bugün benden daha kıdemli hakim yok yargıda ve ben hâlâ sanığım.. Bir hakimle tartıştık da, “Ben 20 yıllık hakimim” dedi, ben de “40 yıllık sanığım, benim kıdemim sizden fazla. Siz geçiminiz bu olduğu için bu işi yapıyorsunuz, ama ben hata yaparsam ödeyeceğim bedel belli. 40 yıldır sanık olmayı hakeden ne yaptım ben” dedim.. Güven Erkaya için, “Hakkımı helal etmiyorum, toprağı bol olsun dedim” diye evimi haczettiler.. Onbaşı olamayacakların general olduğu ülke deyince, TSK adına 312 general bir olup dava açtılar. O zamanki 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon'un davacı olduğu mahkemede, onun resen görevlendirdiği hakimler tarafından yargılandım.. Dayım, “Çok ‘Allah’ dedi” diye sanık sandalyesine oturtulmuştu bir zamanlar!
Bana bunu yapanlar, başkalarına ne yapmaz ki!
İstiklal Mahkemesi geleneğinden geliyoruz sonuçta.
Darbe yasaları ile yönetiliyoruz..
Evren hakkında soruşturma açan Adana savcısına ne oldu?
Şemdinli savcısı nerede şimdi?. Yüksekova'da ne oldu? Şemdinli'de ne oldu?.
Düzova'da hakim savcı avlandığı sürece, Yüksekova'da bu işlerin bitmesi zor..
Bu konudaki sağırlar dilinin lehçesini biliyorum. Gak gak gubarak gak gubarak.. Selâm ve dua ile.

Saturday, January 5, 2008

Türkiye AİHM'de üçüncü sırada

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=291070



Türkiye AİHM'de üçüncü sırada



Türkiye, hakkında AİHM'ne en fazla başvuru yapılan ülkeler arasında yer almaya devam ettiği ifade edildi. Türkiye'nin 2007'de başvuru sayısında Rusya ve Romanya’nın ardından 3’üncü sırada geldiği belirtildi.

05 Ocak 2008 10:39

Türkiye AİHM'de üçüncü sırada

Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, hakkında en fazla başvuru bulunan ülkeler arasında yer almaya devam ettiği ifade edildi. Türkiye'nin 2007'de başvuru sayısında Rusya ve Romanya’nın ardından 3’üncü sırada geldiği belirtildi.

Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle’nin haberine göre, AİHM’de şu anda işlem görmekte olan başvuru sayısı yaklaşık 105 bin civarında. Bu başvurulardan 25 bini Rusya’dan geliyor. Rusya’yı yaklaşık 13 bin başvuru ile Romanya izliyor.

Türkiye ise 9 bin 900 başvuru ile mahkemenin toplam iş yükünün yaklaşık yüzde 9,5’ini oluşturuyor. Türkiye’yi de sırasıyla Ukrayna, Polonya, İtalya, Almanya, Fransa, Çek Cumhuriyeti ve İngiltere izliyor.
Mahkeme yetkililerinin yüklü başvuru sayısının bir ülkenin mahkeme sicilini değerlendirmek için yeterli olmadığını söylediklerinin belirtildiği haberde, “Bunun nedeni ise ülkelerin nüfuslarının aynı olmaması. Mahkeme sözcüleri bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin Avrupa ortalamasında yer aldığını söylemekteler” denildi.

“Türkiye’den mahkemeye gelen davalar gerek nitelik gerekse nicelik olarak kabuk değiştirmeye devam ediyor” denilen haberde, Türkiye’den, 90’lı yıllarda olduğu gibi, Strasbourg mahkemesine yığınlarla başvuru gelmediği ifade edilirken, “Gelen başvuruların çoğunluğunu, eskiden olduğu gibi, faili meçhul cinayetler, işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili vahim vakalar oluşturmuyor. Buna karşılık, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, adil yargılanma, yargı sürecinin uzunluğu ve mülkiyet hakkı gibi konularda başvuruların ilk planda olduğu görülüyor” diye kaydedildi.

ANKA