Monday, November 26, 2007

367'cileri kapıdan kovduk bacadan içeriye alıyoruz

http://www.sabah.com.tr/2007/09/19/haber,FD91F66AEB444E8DA33675BCE7D9DBEA.html

Emre Aköz , Sabah , 19.09.2007

367'cileri kapıdan kovduk bacadan içeriye alıyoruz

Aşağıdaki uzun ve çetrefil yazıdan dolayı şimdiden özür dilerim. Ele alacağım mesele başka nasıl anlatılır; bilemiyorum.
Önce biraz hazırlık...
1924 Anayasası 3 ve 4'üncü maddeleri şöyle diyordu:
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir... Milletin biricik ve gerçek temsilcisi olan Meclis, egemenliği millet adına kullanır."
Bu yaklaşım 1961 Anayasası'nda değiştirildi. Çünkü Meclis'te çoğunluğu alan parti ya da grup "millet adına" her şeyi yapabilirdi.
Yerine şu anlayış getirildi:
"Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir... Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır."
Bu anlayış 1982 Anayasası'nda da devam etti: Millet egemenliğini 'yetkili organlar' aracılığıyla kullanacaktı.
'Yetkili organlar' tabiri ilk bakışta masum duruyordu. Sonra baktık ki 'Anayasada adı geçen' bazı kurumlar (mesela YÖK ve Anayasa Mahkemesi), "Ben de yetkili organım, egemenlikten payımı alırım" diyerek Meclisin (yasama) ve Hükümetin (yürütme) yetkisine ortak olmakta.

Egemenlik 'siyasidir'
Prof. Ergun Özbudun ve arkadaşları, bu tuhaflığa son vermek için, hazırladıkları öneride şöyle dediler:
"Egemenlik kayıtsız ve şartsız Milletindir... Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanır."
Gördüğünüz gibi 'yetkiler organlar' gibi muğlak bir tabirin yerine olayın adı konmuştu: Yasama, Yürütme ve Yargı.
Millet egemenliğini bu üç güç eliyle kullanacaktı.
Gelelim anlamadığım noktaya:
Egemenlik, "siyasi" bir kavramdır. Egemen olan Milletin, bunu kullanmak için oluşturduğu organlar, yani Meclis ve Hükümet (ki buna Cumhurbaşkanı da dahildir) birer siyasi kurumdur. Yani siyasetin parçasıdır.
Peki nasıl oluyor da siyasetten ayrı tutmamız gereken Yargı, buna dahil oluyor? Nasıl oluyor da Yargı, "millet adına" egemenlik kullanıyor, yani "siyaset yapıyor"?
Soru işte bu...
Bu soru, elbette pratik sonuçları da olan, "felsefi" bir soru.
Anayasa önerisine imza atanlardan Doç. Zühtü Arslan'a meseleyi anlattım:
"Sizin 'siyaset' tanımınız farklı" dedi, "Bütün dünyada yargı da millet egemenliğinin bir parçası kabul edilir."
Diğer bir imza, Doç. Serap Yazıcı da benzeri bir yorumda bulundu.

'Teknik' olmalı
Evet 1982 Anayasası da, yeni öneri de aynı şeyi söylüyor: "Mahkemeler yargı yetkisini, millet adına kullanır."
Hukukçular böyle diyor ama benim aklıma yatmıyor: Çünkü yargılama "teknik" bir işlemdir, "siyasi" değil.
Bence mahkemeler güçlerini milletten değil; Anayasadan ve kanunlardan alır (almalıdır).
Çünkü... Siyasette 'tercih' vardır: Millet de, Meclis de Hükümet de tercih kullanır. "Onu" değil "bunu" seçer ya da yapar.
Yargı ise diğerleri gibi tercih kullanarak yani siyaset güderek karar veremez. Eğer verirse, her şeyden önce "adaletin" dışına çıkmış olur ki bu bir felakettir.

Sezer çizgisi meşrulaşıyor
Eski Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa Mahkemesi'nden siyasi iktidar karşısında 'denge rolü' oynamasını istemişti. Mahkeme 367 kararında tam da bunu yaptı. Biz de "Anayasa Mahkemesi siyasi karar aldı" diye protesto ettik.
O halde...
"Milletin egemenliğini kullanma araçlarından biri Yargıdır" ve bu mantığın uzantısı olarak, "Mahkemeler yargı yetkisini millet adına kullanır" dediğiniz anda...
Yargı da "Madem ben gücümü Milletten alıyorum, o halde dilediğim kararı veririm" diyebilir. Yani "teknik" (bağımlı değişken) olmaktan çıkar, "siyasi" alana ( bağımsız değişken) müdahale eder. (Bakınız: 367 kararı.)
Halbuki adaletin hakkaniyetli bir biçimde dağıtılması için Yargının "siyasi" değil, "teknik" davranması gerekir. Yargılama bir "ölçme" işlemidir, siyaset ise "tercih". Ölçü, kendi mantığı içinde objektiftir (nesneldir); tercih ise subjektif (öznel)...
Bence yeni öneri de, 'felsefi' açıdan '367 kararını' alanları ve 'denge rolü' çağrısı yapanları meşrulaştırıyor.
Kapıdan kovmaya çalıştığımız bir uygulamayı, bacadan içeriye alıyor.

Yargı ve Siyaset - Fransa

http://www.sabah.com.tr/2007/11/22/haber,E985CB90368B4A2D8F82E6E70F5EDC79.html

Erdal Şafak , Sabah , 22.11.2007

Yargı ve siyaset

Fransa'da kıyamet kopuyor: Daha 6 ay öncesine kadar Cumhurbaşkanı olan Jacques Chirac dün yargıç önüne çıktı.
Hem de bilgisine başvurulan tanık olarak girdiği mahkemeden hakkında soruşturma açılan zanlı olarak çıktı. Düşünün; Chirac üstelik eski Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Anayasa Konseyi'nin (Bizdeki Anayasa Mahkemesi'nin benzeri ama Yüce Divan yetkisi yok) yaşam boyu doğal üyesi!
Soruşturma konusu: Paris Belediye Başkanı olduğu 1977-1995 yılları arasında "Naylon kadrolu" elemanlar çalıştırmak. Daha doğrusu, partisinde (Cumhuriyet İçin Birlik - RPR) ve seçim bölgesindeki bürolarında görevlendirdiği kişileri belediye kadrosunda gösterip maaş ödemek.
Fransa'daki sistem bizden farklı. Bir kişi birden fazla göreve seçilebiliyor. Chirac da 1977-1995 döneminde hem RPR Genel Başkanı, hem Paris Belediye Başkanı, hem Correze bölgesi milletvekili olarak görev yaptı. Hatta bunlara bir ara (1986-1988 arası) başbakanlık da eklendi. İşte hayali kadrolar iddiası bir koltukta 3-4 karpuz birden taşımasından kaynaklanıyor.
Chirac 1995'te Cumhurbaşkanı seçilince mutlak dokunulmazlık zırhına büründü ama yargı iddiaları soruşturmaya devam etti. 12 yıl süren cumhurbaşkanı döneminde ona dokunamadı, ancak rahat yüzü de göstermedi : Belediye Başkanlığı dönemindeki ekibini (Bir bölümünü cumhurbaşkanlığı kadrosuna geçirip yanına almıştı) sık sık çağırıp ifadelerini aldı.
Yargının kuşatmasından bunalan Chirac, görev süresinin sonuna doğru anayasa değişikliğiyle, cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra da dokunulmazlık zırhını korumanın yollarını aradı. Olmadı: 2006 sonundaki anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanlığı süresince yaptığı işlemler için ömrünün sonuna kadar sorumsuz tutuldu ama cumhurbaşkanı olmadan önceki dönem için "Sıradan vatandaş" statüsüne indirildi.

Adalet mi, intikam mı?
Chirac son bir zorlama yaptı: Nicolas Sarkozy cumhurbaşkanlığı için iktidar partisi adaylığına soyununca, desteğine karşılık zaman aşımına dayalı af yasası çıkarması talebinde bulundu. Örneğin 10 yıldan eskiye dayanan soruşturma dosyaları ortadan kaldırılacaktı. Ayrıca işe sağlama almak için, Sarkozy'nin seçilir seçilmez ilk iş olarak kendisiyle ilgili soruşturmaları yürüten savcı ve yargıçların değiştirmesini, "Güvenilir" kişileri getirmesini de şart koştu.
İddiaya göre Sarkozy bu gizli pazarlıkta Chirac'ın isteklerini kabul etti. Ne var ki, tam da o günlerde Başbakan Dominique de Villepin'in ihale karşılığı rüşvet alan ve Lüksemburg'taki "Claerstream" menkul kıymetler şirketi aracılığıyla aklayan işadamları ve politikacılar listesine kasten Sarkozy'nin adını da eklettiği, üstelik Chirac'ın da bu iftiradan haberi olduğu ortaya çıkınca, uzlaşma bozuldu.
Ve Chirac anayasa uyarınca 16 Mayıs'ta görevden ayrıldıktan bir ay sonra, 16 Haziran geceyarısından itibaren dokunulabilir, yani cumhurbaşkanlığından önceki dönem için hesap sorulabilir konuma düşünce, yargı da vakit yitirmeden kolları sıvadı: Önce 19 Temmuz'da naylon belediye çalışanları ifadesine başvuruldu. Dün bunu naylon danışmanlar konulu ikincisi izledi.
Üstelik ilkinde yargıç eski Cumhurbaşkanı'na saygı gereği Chirac'ın devletin tahsis ettiği bürosuna giderken dün ifadeyi almakla görevli yargıç, bizzat ayağına çağırdı.
Fransa'da 5'inci Cumhuriyet (1958'de General Charles de Gaulle ile başladı) döneminde, yani 50 yılda hakkında soruşturma açılan ilk cumhurbaşkanı olan Chirac'ın içine düştüğü durum, yargının bağımsızlığını gösteriyor?
Bizce pek değil. Çünkü pazarlık suya düşmeden önce Sarkozy'nin Chirac'ın dosyalarını "Güvenilir" yargıçlara teslim etme sözü vermesi, aslında siyasetin yargıya açık müdahalesinin, hatta yargıyı teslim almasının en somut örneğini oluşturuyor.
Yargıçların (Sol görüşlü oldukları söyleniyor) Chirac'ın bu kadar üstüne gitmeleri ise, yargının fırsat bulunca siyasetçiden nasıl intikam alabileceğini gösteriyor.
Chirac şimdi yeni sorgulara hazırlanırken, Sarkozy de "Claerstream" komplosunun intikamını almanın keyfiyle kıs kıs gülüp "Fransa'da yargı bağımsızdır. Hepimiz saygıyla gelişmeleri izlemeliyiz" diyor!
Böyle siyasete, böyle yargı. Ya da tersi!